DELEUZE’UN NIETZSCHE’Sİ
HINÇ, OLUMLAMA
Burada Deleuze’ün Nietzsche ve Felsefe eserinin, Nietzsche’nin Ahlakın Soykütüğü ve İyinin ve Kötünün Ötesinde eserlerindeki köle ahlakı ve hınç eleştirisinden yaptığı çıkarımlar üzerinde duracağız. Nietzsche, Hegel’in Efendi-Köle Diyalektiği metni üzerine efendi ve köle ahlakı karşılaştırması, iyi ve kötünün anlamları üzerine yaptığı çalışmalar, Deleuze’un Nietzsche ve Felsefe kitabında ele aldığımız bölümün referansıdır.
“Normal ve sağlıklı durumda, tepkisel kuvvetlerin rolü her zaman eylemi sınırlamaktır. Etkilerine tabi kaldığımız bir başka eylem uyarınca, onu böler, geciktirir veya engeller. Fakat bunun tersine, etkin kuvvetler yaratımı tetikler: Onu, hızlı ve belirli bir uyum hedefi için, seçilmiş bir anda, uygun bir zamanda, belirlenmiş bir yöne doğru fırlatırlar” (Deleuze 2010, s. 139)
Deleuze, iki sosyal tip üretmeye çalışır; “etkin tip” ve “tepkisel tip”. Alıntıda “tepkisel kuvvet” ve “etkin kuvvet” olarak yapılan ayrım bu tiplerlerle ilgilidir. Bu doğrudan bir karşılık gelme değildir. Ancak, etkin tip bu kuvvetlerin kontrolünü elinde bulundurandır, itaat ettirerek tepkisel kuvveti kapsar.
“Efendi, tekrar-etkide-bulunmak anlamında tepkide bulunandır, bunun nedeni tam da tepkilerini harekekete geçirmesidir. Öyleyse etkin tip tepkisel kuvvetleri kapsar, ama tepkisel kuvvetlerin itaat etme ve hareket ettirilme gücüyle tanılandıkları bir durumda. Etkin tip, etkin kuvvetlerle tepkisel kuvvetler arasında, tepkisel kuvvetlerin hareket ettirildiği bir ilişkiyi ifade eder” (Deleuze 2010, s. 139).
Hınç, tepkisel kuvvetler etkin kuvvetlere üstün gelmesiyle, bu ilişki içinde oluşur. Hınca yol açan tepki, bir etkin olma hareketi değil, bir hisse dönüşen bir şeydir (Deleuze, aynı yerde). Nietzsche, kurgular dünyasından söz eder, gerçekliği bozan kurgulardan, örneğin tanrı kurgusu, duyu-üstü dünya kurgusu gibi. Deleuze, bunu tepkisel kuvvetlerin etkin kuvvete muhalefeti ile ortaya çıkmış yansıtılan tersyüz edilmiş imgeler olarak görür. Kuvvet kendini atıllaştırır, imgelerle ifade eder. Ayrıca, bu Ona göre hıncın gelişimini ifade eder; suçlama, değersizleştirme, kuvvetin kendi imkanınından kopuşu yani çarpıtma ve “ona tekabil eden değerin tersyüz edilmesi [buraya dikkat b.n.] olumsuzlamaya yol açan bir kurgudur. Deleuze’e göre bu hınç, yeryüzünün yaşama ait niteliklerine yani nasiplilik, [buraya dikkat b.n.] güç, güzellik, kendini olumlamaya hayır demektir (Deleuze, 2010, s. 155). Deleuze yine Nietzsche’ye dayandırarak dini kurumun tepkisel kuvvetin işbirlikçisi olduğunu ilan eder ve akıl hocası olarak köle yanında konumlar. Musevi rahip örneğinde rahibi diyalektikçi olarak tanımlar.
“Nietzsche tepkisel aygıtı iki sisteme ayırır: bilinç ve bilinçdışı. Tepkisel bilinçdışı belleksel ve uzun süreli izlerle tanılanır. Bu “edinilmiş bir izlenimden kurtulmanın tamamen edilgen olanaksızlığını” ifade eden, sindirimsel, vejatatif ve geviş getiren bir sistemdir” (Deleuze 2010, s. 141).
Deleuze burada kölenin adeta değişmemeye direnci olan hafıza olarak bilinçdışına dem vurmaktadır.
“Tepkisel kuvvetlerin ikinci türü bize tepkinin hangi biçimde ve hangi koşullarda hareket ettirilebileceğini gösterir: Tepkisel kuvvetler bilinçteki uyarımı nesne olarak aldıklarında, tekabül eden tepkinin kendisi hareket eden bir şey haline gelir” (Deleuze 2010, s.141).
Burada ise, bilinç koşullarında tepkisel kuvvetin hareketini ifade etmekte. Deleuze, (hatalı şekilde) psikolojinin unutmayı olumsuz olarak ele aldığını iddia eder ve unutma yetisini etkin kuvvet olarak ele alır.
“[Unutma yetisi] etkin kuvvet olarak, etkinliğin tepkisel kuvvetler tarafındaki temsilcisidir, ‘Koruyucu’ veya ‘gözetmen’ olarak, tepkisel aygıtın iki sisteminin birbirlerine karşımasını engeller. Etkin kuvvet olmasına karşın, tek etkinliği işlevseldir. Etkinlikten doğar, ama ondan soyutlanmıştır. Ve bilinci yenilemek için, tepkisel kuvvetlerin ikinci türünden sürekli enerji almalıdır, bu enerjiyi bilince vermek için kendine mal etmelidir” (Deleuze, 2010 s.142).
Nietzsche de, unutma yetisini bir atalet değil, bir hazım, sindirim sürecine benzetir. Bunu yapamayan insanın adeta sindirimi bozulmuştur, hiçbir işi sonuna erdiremez (Nietzsche, 2004 s.51, Deleuze, 2010, s. 142). Hafıza izlerine tepki sürekli hissedilir olunca, uyarıma etkin bir tepki verilemez. Bu felç edicidir. (Deleuze, 2010 aynı yerde).
“Hınç, aynı anda duyarlı hale gelen ve hareket etmeyi bırakan bir tepkidir. Bu formül genel olarak hastalığı tanımlar: Nietzsche hıncın bir hastalık olduğunu söylemekle yetinmez, bu haliyle hastalık, hıncın bir biçimidir” (Deleuze, 2010 s.142).
Hınçlı insanlarda bu belleksel izler bilinci ele geçirmiş, yani hazım sorunu başgöstermiştir (Deleuze, aynı yerde). Deleuze ve Nietzsche, hıncı şiddetli bir acı uyarımına, yetereince kuvvetli olmadığı için tepki verememenin oluşturduğu intikam duygusu olarak görmez. Deleuze’ün iddiası, Nietzsche’yi de kendine dahil ederek, burada bahsedilen kuvvetlerin ilişkisinin bir Tip oluşturduğudur.
“Hınç, zayıfın zayıf olarak zaferidir, kölelerin köle olarak başkaldırmaları ve zaferleridir. Köleler zaferlerinin içinde bir tip oluştururlar. Efendi tipi (etkin tip) unutma yetisiyle, tepkileri etkileme/hareket ettirme gücüyle belirlenir. Köle tipi (tepkisel tip) inanılmaz bir bellekle, hıncın gücüyle belirlenir; buradan bu ikinci tipi belirleyen birçok özellik doğar” (Deleuze 2010 s.146).
Deleuze, hınç psikolojisinin kapsamını genişletiyor; “Hayran olmaktan, saygı duymaktan, sevmekten aciz olmak” gibi bir Nietzsche alıntısı yapsa ve Nietzsche üzerine konuşmaya devam etse de aslında kendi gündeminden konuşuyor. “En yumuşak ve aşk dolu anılarda bile kin veya intikam saklanır. Bellekleriyle geviş getirenler, bu kini, anısına bağlıymış gibi yaptıkları varlıkta eleştirdikleri her şeyi kendilerinde de eleştirmekten geçen incelikli bir işlemler gizlerler. Ve bunu aynı nedenden ötürü, güzel ve iyi olan karşısında, onu anlamadıklarını, ona layık olmadıklarını söyleyerek kendilerini suçlayanlardan sakınmalıyız kendimizi: Bu alçak gönüllülük korkutucudur. Aşağı olduklarını dile getirmelerinde güzele karşı nefret yatar. Hoş ya da hayranlığa değer olduğu hissedilen her şeyden nefret etmek, alçak yorumlar ve soytarılıklarla her şeyin değerini düşürmek, her şeyde içine düşülmemesi gereken bir tuzak görmek: ‘Bana karşı kurnazlık etmeye kalkmayın.’” (Deleuze, 2010 s. 146). Deleuze, hınçlı insan özelliklerini saymaya devam eder; art niyetli, dost-düşman bilmez, müzmin mutsuz (bir edilgenlik hali olarak ortaya çıkar) ve hep bundan dolayı başkalarını suçlayıcı, edilgenlik, sevmeyi bilmeme, sadece sevilmek isteme, mızmız, çıkarcı, ötekilerin kötülüğünü isteyen. “Nietzsche’de ‘edilgen’, ‘etkin olmayan’ demek değildir; ‘etkin olmayan’ ‘tepkisel’dir; ‘edilgen’ ise ‘hareket ettirilmeyen’ demektir (Deleuze 2010 s.147).
“İşte iki formül: ‘Ben iyiyim öyleyse sen kötüsün’; ‘Sen kötüsün öyleyse ben iyiyim’” (Deleuze 2010 s. 148) ve peşinden Nietzsche’den “iyi kavramı tek değildir” ile iyinin bir deneyimlemeye karşı olumlamayı ifade ettiğini belirtir. “’İyi’, uygulandıkları anda deneyimlenen etkinliği, olumlamayı ve hazzı niteler: Ruhun bir niteliği, “bir ruhun kendisiyle ilgili hissettiği bir tür eminlik, aramanın, bulmanın, ve belki de yitirmenin olanaksız olduğu şey” (Nietzsche’den akt. Deleuze 2010, s.149). Burada iyi “etken” olumlayan efendi olurken, kötü “edilgen, hınçlı, mutsuz köledir.” Deleuze, hıncın tasarlanmış bir ben olmayanı karşısına almayı, bir olumsuzlama olarak red cevabını diyalektik olarak değerlendirir. Hegel’in bir düşünsel süreç olarak ele aldığı konuyu, Nietzsche’nin ahlak1 eleştirisi üzerinden görülmemiş bir cambazlıkla tuhaf bir noktaya varır: “Hıncın ideolojisi olarak diyalektik” (Deleuze 2010, s.151). Oysa buradaki ideoloji tam da efendinin yeniden ürettiği ideolojidir. Nietzche’nin metni, her ne kadar Hegel’in Efendi-Köle Diyalektiği metnini referans alsa da, karşı bir ahlaki duruş oluşturmayı amaçlar ve etkin tipi bir değer referansı olarak ele alır. Ancak Deleuze’ün niyeti bu değildir ve hedefi doğrudan Hegel’in kendisidir, diyalektikdir. Bu durumda, Nietzsche’nin hıncın kurumsal ifadeleri, destekleyicileri, hakemleri olarak din ve devleti eleştirmesi2 anlam ifade ederken, bu Deleuze’de sorunsal haline gelmekte. Zira açıkça ahlaki bir soyutlamadan ziyade, sosyal tip analizine yeltenmektedir. Bu sosyal tip gerçeklikten soyutlanmıyorsa, bir kurgudur. Bu kurgu ile bir etik veya ahlaki duruş önerisinin bile anlamı kalmıyor. Burada Deleuze bir “tip” tasviri yaptığını iddia ederken nesnesiz psikoloji yapıyor. Bu “tip”in hangi tarihsellikte, ne koşulda, oluştuğu ile ilgilenmiyor. Ayrıca hangi mekanizmalar ile üretildiğini açıklama iddiası olsa da bunda başarısız oluyor. Tarihsiz bir “Tip” üzerinden diyalektik kurbanı tasviri yapıyor. Burada Nietzsche’nin Deleuze tarafından ne derece temelük edildiği veya bu temellükün meşruiyetini, kendi gündemine yöneltme şeklinde bir istirmar içerdiğini ifade ederek soru olarak bırakalım. Ayrıca Deleuze Nietzsche’nin felsefi ontolojik yanılgıları ile hiç ilgilenmiyor.3
Hınç, gerek bir tipe ait davranış ve duygu olarak, gerek belirli koşulların çıkardığı eğilim olarak incelenmeyi hakediyor. Ancak ne Deleuze’de buna ait bir mekanizma bulamıyoruz. Hınç taşıyan tipin oluşumuna dair ifadeleri bir tasvir içerse de, böyle bir tipin oluşum koşulları ile ilgili makul bir açıklama üretmez. Hele bir sınıf veya ezilen eğilimi olarak ele almak mümkün değil, bu konuda Nietzsche’nin metninde de bir şey bulmanın mümkün olmadığını söylemiştik. Onun efendisi, köle sahibi değildir; kölesi köle değildir
Deleuze’ün bu monologda kendi gündemi vardır. Bu gündem bir etik önermek mi? Bu konuda Nietzsche üzerinden bir şeyler söylemiştik (bkz. Dipnot “). Diyalektik eleştirisi mi? Bu konuda Alan Norrie’nin eseri etraflı bir ele alış sunuyor. Nietzsche metni üzerinden bir sosyal tip oluşturmak mı? Bir tepkisel kuvvetin ürettiği hınç insanı tiplemesi için tarihi bir sosyal gerçeklik yok. “Hınçtan doğan tepkisellik psikolojik süreçlerle açıklanabilir; bir hınç insanı sosyal tipi oluşturmak sorunludur. Üstelik söylediğimiz gibi Deleuze bunu belirsiz bir tarihsellik ve belirsiz bir nesne üzerinden yapıyor. Felsefi olarak böyle bir girişimin ise hükmü yok. Burada Deleuze’ün gündemi Nietzsche üzerinden olumsuzlama ve diyalektik eleştirisidir.
Deleuze’nin Hegel ile derdi diyalektik ile derdi haline gelmiştir. Ona göre diyalektikçiler antitezler çelişkiler görürken, farkların keşfedilmesini atlarlar. “Diyalektiğin, tinin bir ânı haline getirmediği, kendine mal etmediği tek bir kurgu bile yoktur” (Deleuze, 2010, s. 192) derken ve tüm gündemi hedef aldığı tamamen Hegel iken, onun imkanlarını da (kirli su ile bebeği atmak) çöpe atar. Halbuki Marx bu konuda çok iyi bir yol açıcı olurdu. Bir Hegel eleştirisi ama ufuk açan bir diyalektik mümkün (Bhaskar, Norrie).
Özgür Elibol
2019 Ağustos
Kaynaklar:
Alan Norrie, Diyalektik ve Fark, Bölüm 7, çev. Özgür Elibol, elefteriamanuscript.blog
Alan Sokal, Son Moda Saçmalar, İletişim Yay. Çev. Mehmet Baydur, Ongun Onaran
Gilles Deleuze; 2010, Nietzsche ve Felsefe, Norgunk Yay. Çev. Ferhat Taylan
Friedrich Nietzsche; Ahlakın Soykütüğü, 2004, Kabalcı Yay. Çev. Zeynep Alangoya
Özgür Elibol, Ahlaki Eleştiri Meşruiyet ve Sınırlar, elefteriamanuscript.blog
Özgür Elibol, Ahlakın Soykütüğü Üzerine, elefteriamanuscript.blog
1Burada Nietzsche (ve Deleuze) ahlaki iyi ve kötü ile etik iyi ve kötüyü ayırır. Bir koşulda A için kötü olan B’nin kötü kabulünün genelleştirilmesini, etik iyi ve kötü haline getirilmesi olarak yorumlarlar. İyi ve kötünün dolayısıyla ahlakın göreceli olduğu doğrudur. Bir özne için varlık veya anlam olarak kurduğu bütünlüğe bozucu etki gösteren şey kötüdür. Bu çelişkili faillere göre değişiklik gösterir. Etik, bu vazedilen ahlakın kavramsallaştırılması değil, onun üzerine düşünümdür. (Bkz. Özgür Elibol, Ahlaki Eleştiri Meşruiyet ve Sınırlar)
2Bu kurumların tarihselliği, anlam yüklülüğü, değişkenliği gibi bilimsel açıklamalar ve eleştiri unsuru saklı kalmak kaydıyla.
3Bkz. Özgür Elibol, Ahlakın Soykütüğü Üzerine